1.Meşrutiyet Ne Zaman İlan Edildi?

1.Meşrutiyet ’in kapısını açan önemli bir etken mali bunalımdır. Bu çok ilginçtir, zira Batı’daki özgürlük mücadelelerinde önemli dönüşümlerin mali bunalım ortamında ve büyük ölçüde bundan dolayı gerçekleştiğini görüyoruz. İngiltere’de 1640 ihtilalinin çıkmasının ardında, Stuart krallarının halktan aldıkları vergileri çarçur etmeleri, sürekli vergileri artırmak ya da yeni vergiler koymak istemeleri, parlamento uysallık göstermeyince onunla mücadeleye girmeleri vardır. Fransa’da da Etats Généraux adındaki meclis 1614’ten beri toplanmıyordu. 1789’a doğru Fransa kralı para bulmak için bütün çareleri tüketmiş, sonunda meclisi toplantıya çağırmaktan başka yolu kalmamıştı. İhtilali başlatan bu meclis oldu.

Amerikan İhtilali de mali nedenlerle patlak vermişti. Osmanlı Devleti 1854’ten başlayarak Avrupa’dan borç almaya başladı. Borçlanma mali kurumların örgütleyip çıkardıkları tahvillerin borsalarda tasarruf sahiplerine satılması suretiyle oluyordu. Bugün de Türkiye dışarıya borçlanmaktadır. Ne var ki, bugünkülerden farklı olarak, o dönemde alınan borçların pek azı demiryolu yapımına gitti. Çoğu da, sarayın lüks harcamaları, silah alımı gibi verimli olmayan alanlarda kullanıldı.

 Abdülaziz döneminde (1861-1876) Osmanlı donanması tonilato olarak Avrupa’nın ikinci donanması durumuna gelmişti. Abdülmecit’in 12 çocuğundan biri olan Fatma Sultan, M. Reşit Paşa’nın oğlu Ali Galip’le evlenirken 15 gün düğün yapmış ve 2 milyon altın harcamıştı. Bir süre sonra borç ödeyebilmek için borç alınmaya başlandı. Osmanlı Devleti’nin maliyesine güvensizlik arttıkça, borçlanma daha ağır şartlarla yapılıyordu. Resmi olarak saraya devlet gelirlerinin 1/14’ü ayrılıyor görünüyordu, ama gerçekte sarayın 1/7’sini harcadığı söyleniyordu. Kırsal kesimde kıtlık(örneğin, Ankara bölgesinde açlıktan insanlar ölmüştü) herhalde kaçınılmaz görünen sonucu çabuklaştırdı.

1.Meşrutiyet ve Büyük Bunalım

Sadrazam Mahmut Nedim Paşa devletin iflasını ilan etmek zorunda kaldı. (Tenzil-i Faiz Kararı, 6 Ekim 1875). Buna göre 5 yıl süreyle faiz borçlarının ancak yarısı ödenecekti. Ödenmeyen faizlere karşılık %5 faizli tahviller verilecekti. Böylece Osmanlı Devleti iktisadi ve askeri iflastan sonra bir de mali iflası yaşamış oluyordu. Bu durum, daha da bağımlı hale geliyordu. Bu karar muazzam bir tepki doğurdu. Zira Osmanlı tahvilleri, birçoğu İngiltere ve Fransa’da olan çok sayıda tasarruf sahibinin elindeydi. Kararla birlikte bu insanların gelirleri %50 azalmış oluyordu. Kamuoyu Osmanlı’nın aleyhine döndü. O zamana kadar “adam olmak için gayret ediyor” gibisinden sempati ile bakılan Osmanlı Devleti, artık barbarlığın somut biçimi olarak değerlendirilmeye başlandı. Nitekim daha önceki aylarda Hersek’te Hıristiyan köylüler ayaklanmıştı (1875).

Balkanlar’da genellikle, çağdışı olan Osmanlı yönetimi aleyhinde büyük bir birikim vardı. Slavlar arasında ulusçu duygu ve düşünceler yayılıyor, Osmanlı yönetimi dayanılmaz bir boyunduruk olarak görülüyordu. Rusya bu gelişmeyi körüklemek için elinden geleni yapıyordu. Avusturya-Macaristan bu durumu endişeyle karşılıyordu. Zira güneye, Selanik’e doğru yayılma emeli besliyordu. Bosna Sırbistan’a katılırsa, Karadağ da bu ülkeye katılabilecekti. Böylece hem pek çok Slav nüfus barındıran, Avusturya’yı rahatsız edecek büyük bir Sırbistan ortaya çıkacaktı. Hem de Avusturya’nın Selanik yönünde ilerlemesi tıkanmış olacaktı. Onun için Avusturya, Bosna-Hersek’i eline geçirmek istiyordu. Hersek’teki isyanı da bu amaçla o kışkırtmıştı. İsyan kısa zamanda yayılınca, Avrupalılar ıslahat talebiyle müdahale ettiler.

Ertesi yıl Mayıs başında (1876) Bulgarlar da ayaklandılar. Birçok Müslümanın öldürülmesinden sonra ayaklanma kanlı bir biçimde bastırıldı. Bizim kaynaklar 1.000 Türke karşılık 4.500 Bulgarın öldüğünü, Batılılar ise ölen Türkleri çok kez görmezlikten gelip 15.000 kadar Bulgarın öldüğünü ileri sürerler. İngiltere’de muhalefetteki Liberal Parti’nin önderi olan Gladstone, kamuoyunda Tenzil-i Faiz Kararı dolayısıyla ortaya çıkmış olan Osmanlı aleyhtarlığından yararlanarak, iktidardaki Muhafazakâr Parti’ye karşı bir kampanya başlattı. Zira Muhafazakârlar Osmanlı’yı destekliyorlardı.

İlginizi Çekebilir:NARH ve NARL SiSTEMİ NEDİR ?

1.Meşrutiyet – Abdülaziz’in tahtan indirilişi, 5.Murat’ın Tahta Gelişi ve Gidişi

30 Mayıs 1876’da yeni iktidara gelmiş olan Mütercim Rüştü Paşa hükümeti, Abdülaziz’i tahttan indirdi. (Abdülaziz 4 gün sonra intihar etmiştir.) Bu padişah kötü yönetimden, özellikle mali iflastan sorumlu tutuluyordu. Yeni padişah V. Murat’tı. Hükümet yeni dönemde sarayın harcamalarını denetim altına almak isterken karşısında iki yol görünüyordu. Hükümet üyesi olan Mithat Paşa’ya göre meşrutiyete gidilmeliydi, zira seçilecek meclis sarayın israfını önleyebilirdi. Öte yandan, yine nazır olan Hüseyin Avni Paşa’ya göre, çare padişahı kuklalaştırmak, bütün yetkileri hükümete vermekti. Meşrutiyet bize göre değildi. Hükümet önce ikinci görüşü benimsedi. Ne var ki Hüseyin Avni’yi Abdülaziz’in yaveri öldürdü. V. Murat da çıldırınca meşrutiyet yolu açıldı. Mithat Paşa ile yaptığı bir görüşmede Veliaht Abdülhamit, tahta geçerse meşrutiyeti getirmeye söz verdi. Bunun üzerine V. Murat tahttan indirildi (tahtta ancak 3 ay kalabilmişti).

Tersane Konferansı

Yeni padişah II. Abdülhamit Kanun-u Esasi’nin (anayasa) hazırlanmasını buyurdu. Böylece hem vaadini yerine getirmiş, hem de Avrupa müdahalesinin yolunu kesmiş olacaktı. Bütün Osmanlılar siyasal temsilcilerini seçerek meclisi oluşturacaklar, meclis gereken düzeltimleri kendi yapacaktı.Bu sırada büyük devletler Balkanlar’da yapılacak düzeltimleri görüşmek üzere, İstanbul’da uluslararası bir konferans düzenlediler. 23 Aralık 1876’da Tersane’deki konferans açılmak üzereyken, Kanun-u Esasi’yi, yani meşrutiyeti duyuran top atışları başladı. Hariciye Nazırı Saffet Paşa, söz alarak, durumu açıkladı ve Osmanlı halkı meşrutiyet sayesinde kendi yönetimini üstlendiğine göre, artık konferans için yapacak bir şey kalmadığını bildirdi.

Temsilciler bu olup bittiyi pek soğuk karşıladılar ve çalışmalarını meşrutiyeti dikkate almadan yürüttüler. Sonunda konferans, Bosna-Hersek ve Bulgaristan’ı özerkliğe doğru götürecek geniş bir ıslahat planı ortaya koydu. Plan reddedilirse elçilerin İstanbul’dan ayrılacağı, muhtemelen Rusya’nın savaş açacağı uyarısı yapıldı. Osmanlı hükümeti özel bir meclise danıştıktan sonra planı reddetti. Elçiler İstanbul’u terk ettiler. Sadrazam Mithat Paşa, konferansın son bulmasından 16 gün sonra Abdülhamit tarafından hem azledildi, hem ülke dışına sürüldü. Fakat artık ok yaydan çıkmış olduğu için meşrutiyetten dönülemedi.

Seçimler yapıldı ve 20 Mart 1877’de ilk meclis toplandı. 2 ay kadar süren bir dönemden sonra, yeni bir meclis 1877 sonu ve 1878 başında 2 ay kadar süren bir dönem daha toplandı. Kanun-u Esasi’ye göre meclis 2 bölümden oluşuyordu: iki dereceli seçimle oluşan Mebusan Meclisi ve üyeleri padişah tarafından atanan Âyan Meclisi. Osmanlı toplumunun ta 1877’de seçimle gelen bir meclis toplayabilmiş olması, bu ülkedeki demokrasi mücadelesinin önemli bir olayıdır.

Tersane Konferansı Kararlarının Reddi

Örneğin, Rusya’da seçimle oluşan meclis ilk kez ancak 1906’da toplanabilmiştir. Mebusan Meclisi, ilk kez demokrasiyi deneyen bir ülke için dikkate değer bir olgunluk gösterdi. Üyesi bulunan çok sayıda gayrimüslime rağmen (yarıya yakın), savaş karşısında genellikle ideal olarak beklenebilecek Osmanlıcı bir dayanışmanın iyi bir örneğini verdi. Tutanaklar incelendiğinde, hükümet ve idarenin cehalet, yolsuzluk, rüşvet, beceriksizlik, keyfilik, baskı ve zulüm uygulamaları içinde bocalamakta olduğu izlenimi açıkça ortaya çıkmaktadır. Meclis, genellikle, hükümet ve idarenin kusurlarını görebilen ve eleştiren, ilerlemeden yana, özgürlükçü, çağdaş, akılcı, hukuk devletinden yana bir tutum içinde görünmektedir. Bu eleştirilerin devlete bağlılık anlayışı içinde yapıldığını görüyoruz.

Büyük devletler Tersane Konferansı kararlarının reddi üzerine Londra’da toplandılar. Kararları biraz yumuşattılar. Abdülhamit ve hükümeti bunları da reddettiler. Meclis hükümetin tutumunu onayladı. Oysa işin Rusya’yla savaşa doğru gittiği açıkça belliydi. Hükümet herhalde orduya ve eninde sonunda İngiltere’nin, Kırım Savaşı’nda olduğu gibi, yardıma geleceğine güveniyor olmalıydı. Ülkede adeta ulusçu denebilecek bir hava esmekteydi. 24 Nisan 1877’de Ruslar, “93 Harbi” diye de bilinen 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı’nı başlattılar. Sonunda Osmanlı ordusu yenilgiye uğradı ama, buna rağmen yaptığı iki başarılı savunmayla 1839 askeri iflasının geride kaldığını gösterdi. Bu başarılı savunmalar Bulgaristan’da, Plevne’de (Gazi Osman Paşa) ve Erzurum’da (Gazi Ahmet Muhtar Paşa) yapıldı.

Rus ordusu İstanbul önlerindeyken Ayastefanos (Yeşilköy) Antlaşması yaptı. Romanya, Sırbistan, Karadağ özerklikten bağımsızlığa yükseldiler. Bulgaristan Ege’de kıyıları olan özerk bir prenslik oluyor, böylece Osmanlı’nın Arnavutluk ve çevresiyle kara bağlantısı kopuyordu. Ruslar ayrıca Kars, Ardahan, Batum bölgesini, Avusturyalılar Bosna-Hersek’i alıyorlardı. Bu şartlar İngiltere’ye fazla ağır göründü, İngiliz donanması Marmara’ya girdi. Onun üzerine Almanya araya girerek Berlin’de bir kongre topladı. Burada sağlanan barış antlaşmasına göre özerk ve küçük bir Bulgar prensliği, bir de özel statüsü ve merkezi Filibe olan Şarki Rumeli eyaleti kuruldu.

MAKEDONYA OSMANLI’YA GERİ VERİLDİ.

Makedonya Osmanlı’ya geri verilerek, ülkenin toprak bütünlüğü sağlandı (1878). Öbür koşullar aynıydı. Rusya Osmanlı Devleti’ne savaş ilan ederken, belki de Osmanlı ile ilgili geleneksel amaçlarının ötesinde, Osmanlı meşrutiyetine de savaş ilan etmiş oluyordu. Zira Fransız İhtilali’nden beri Rusya mutlakiyet düzeninin koruyuculuğunu yapmış, bu uğurda ordularını harekete geçirmekten çekinmemişti. Rus ordusu İstanbul önlerindeyken Abdülhamit meclisi tatil etmişti. Fakat bunu meşrutiyetin sonu saymak zordur. Zira Nisan 1880’e kadar Abdülhamit, meclisi toplamamakla birlikte meşrutiyet devam edecekmiş gibi davranmıştı. Bu tarihe kadar kanunlar, “meclis toplandığında görüşülmek üzere” diye çıkarılmış, Âyan Meclisi’ne atamalar yapılmıştı. Fakat Nisan 1880’de İngiltere’de genel seçimler yapıldı ve Gladstone’un partisi iktidara geldi. Parti açıkça Türk düşmanı olduğu için, Abdülhamit, meşrutiyeti yaşatacakmış gibi görünmenin artık gereksiz olduğunu düşünmüş olmalıdır. Böylece 1880’den sonra Osmanlı Devleti yıldan yıla koyulaşan bir mutlakiyete, hatta bir polis düzenine doğru kaymaya başladı.

share Paylaş facebook pinterest whatsapp x print

Benzer İçerikler

Osmanlı Devleti İlk Daimi Elçilik
Osmanlı Devleti İlk Daimi Elçilik
OSMANLI - AVUSTURYA İLİŞKİLERİ
OSMANLI – AVUSTURYA İLİŞKİLERİ
Osmanlı Padişahları
Osmanlı Padişahları
II. OSMAN (GENÇ OSMAN)
II. OSMAN (GENÇ OSMAN)
IV.MURAT (4.MURAT)
IV.MURAT (4.MURAT)
Osmanlı Devletinde Bilim Adamları
Osmanlı Devletinde Bilim Adamları

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Tarihbilgi.com.tr | © 2024 | [email protected]